Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
yine ..
ve yeniden aşk/la!
…
bir nesir daha eklensin Kenan ilinin zulmeti nikab bilmiş gecelerine!
Ya hun!
Ak’a hiç leke düşürmemekti masumluk .. biz Havva’dan bu yana masum değiliz! Bürü üstüne toprağı Adem , aşk çıplak!
İbtilayken g/özün en hüsna nisalara, görmedin(mi), duymadın (mı) firdevs de adı Rahman’a aşk yazılanı, aşk ne ola ki bilmedin madem, şimdi tekrarla hadi;
‘’ eşhedü , aşk ziyan(ın) ! ‘’
teşvik ettik seni defahatle tövbe ağacından rızıklanmaya, ikramımıza red buyurdu enaniyetin. Bildik ki sen niyetliymişsin cennetten sürülmeye.. öyleyse ‘ hoş geldin kabil ’ kardeş canı dökmeye!
Görücüye çıkardık da dilimizi beğenmedin, oysa haklıydık terazinin öte kefesine kurulan sen olunca! Biz aşka hiç şirk koşmadık Yusuf! çıldırarak kıskan , biz kadar kıymetli değil işte kurban ettiğin!
Kuyumu kazarken tırnağıma bulaşan necistin, özür saydım, abdest bozacak kadar bile değilsin!
Uyan Yusuf , vakti değil kaylulelerin!
Kalk ve hükmet geçmiş gelecek isyanıma, ben ki rüzgarın öz kızıyım, güzüme erişemezsin! Titremiyor kirpiğim kasırga niyetine çeyrek solukla üflenen nefesinden.. kaybedeceğim yokluklardan yana asiyken benlik, işittim ki kalemin karşısına başın doğrultup dikilmişsin. Sür saltanatını Yusuf, şanı imtihan olanın sol kesesine mahfi gizler iliştirirken sahibi, haddimi bildim! Seni sana tükürmem ki sen senden razı değilsin!
Otur yamacıma hadi, dilini keselim…
Bak!
Nasibinden nasılda siliniyor uluorta kitabetin.. bilirim bu yüzden hayali halavetine sus eledin. Geceye neşter kesikleri atacak kadar konuş yusuf! siretinin kuyu karanlığı cenin soğukluğunda boşluk, ne ele geliyorsun ne de yaralayıcısın artık! Yalancı zaferlerin beşiğini salla şimdi kıyamet ninnileriyle, altına kaçırdı aldanışların!
Kahretsin, değersin!
Ar et Yusuf , bizi her gece vicdanınla aldatışından!
Sıklaştı (mı) sancıların!? aslını doğuracaksın.. ezanını okumak bana hak kul/ağına!
Ve adın
hiç/bilmeyeceksin!
(adres yazmıyordu mektubun sol yanında.. bu kadar alınma günahına harfleri, kendini ele veriyorsun)
Delikanlı alaca karanlıkta yürürken yumuşak bir şeye çarptığını fark etti. Eğildi baktı. Aman Allah ım!... Ayaklarının arasında yuvasından ustalıkla sökülmüş bir kalp duruyordu. Tıpkı resimlerdeki gibi diri ve kanlıydı. Onu büyülenmişçesine avuçlarına aldığında dehşetinden çıldıracak oldu. Kalp tıp tıp atıyordu. Ve sıcacıktı.
Delikanlı sanki ellerine yapışıp bir başka uzvu haline geliveren kalpten kurtulmak istiyor fakat ne olduğunu bilmediği kestiremediği duygular tarafından engelleniyordu. Bir müddet sonra sakinleştiğinde onun sahibini bulmak için en yakındaki evin kapısını çaldı ve zincir aralığından bakan genç kıza:
- Bu kalp sizin mi? diye sordu. Biraz önce buldum onu.
Kız mahcup bir ifadeyle;
- Ben kalbimi üç ay önce rastladığım bir vefasıza kaptırdım dedi.
Yandaki eve sorun onların olabilir. Kızın gösterdiği ev göz kamaştırıcı bir villaydı. Kapıyı açan hizmetkarlar onu üst kata çıkartarak evin beyine götürdüler.
Delikanlı yumuşacık halıların üzerine damlayan kanları ayağıyla örtmeye çalışırken:
- Bu kalp sizin mi acaba? diye sordu. Hala atıyor da...
Beyefendi ışıl ışıl parıldayan kristal kadehinden höpürtülü bir yudum çekerek:
- Ben kalbimi dünyaya sattım canikom diye sırıttı.
Komşu evde bir meczup var o bilir sahibini.
Delikanlı hızla soğumaya başlayan ve atışları gittikçe yavaşlayan kalbi bitişik kulübedeki ihtiyara koşturarak:
- Bu sizin mi? diye sordu. Çabuk olun neredeyse duracak.
Yaşlı adam okumakta olduğu Kuran ı yavaşça kapatırken:
- Ben kalbimi her şeyimle Allah a verdim evlad diye gülümsedi.
Elindekinin sahibini neden gidip anne ve babana sormuyorsun?
- Her ikisi de yaşlanıp bunadı diye üfüldendi genç.
Bir bebek gibi alaka görmek istediklerinden üç gün önce kavga edip onları terk etmiştim.
İhtiyar adam büyük bir üzüntüyle:
- Terk ettin ha..! diye mırıldandı. Terk ettin demek.
Delikanlı söylenenlere karşı kayıtsız görünüyordu.
Oysa ki yaşlı adam beklediği cevabı çoktan almıştı. Delikanlıya doğru emin adımlarla ilerledi ve iki eliyle kavradığı gömleğini bir hamlede yırtarak açıverdi. Delikanlının sol göğsünde avuçlarında tuttuğu kalp büyüklüğünde kanlı bir boşluk vardı.
G/izini sürdüm…
Saçları dökülmüş ayrılığın, gözleri haki.
Seni görmek istediğimi bilmiyorum, uyu/yorum yüreğimin üstü açık. Yine sancım var dilimden yukarı. Belki, annen seni bana doğuruyor.
Yetim feryat…
Bir tas su vereni yok hasretin. İmbikten aşk sızarken lehçem lâl-ü ebkem . Açım, açığım, üstüme bürü aheste aheste halvetimi. Al bir şal, al bir şal titremesin gözünün nazlı benekleri.
Güneşli günler getirdim, bakmayı bilmeyişimin ar’ından sığınırken gözlerine inen ince belli yağmuruna sağanak sağanak. Susmaktı en akıllıcası belki, çünkü bir aşk ancak bu kadar anlatılamazdı.
''Dalgalar çoğaldı mı?''
Sol avucumu soğuk terletiyor Firdevs kıyısından yazgıma döşediğin deniz taşları. Kumdan kaleydi bekli de visalimiz, bizse bir kumdan kalenin ömrünü gözde büyütecek kadar çocuk! Hadi bana ellerini ver, hadi seni saçlarımdan geç. En yeşili tuttum ölümlerden, sahi Nil karası gözlerin kaç boğumluk?
Mavi kıyım…
Sana bakmak bir bahar temaşası. Tenindeki izlerin, annesinin ellerini düşüren bir çocuk Eyüp mezarlık yokuşunda. Bense hayat kadar beceriksiz, al beni hüznüne vur!
Dur! Bir aşk kaç biz eder? Bir kent kaç kere aşk? Bir aşk kaç kere ölüm? …
Sen bir meleksin ve ben öldüm… Bildim, bahara elçi tek bir papatyaymış. Ve deniz, tenine ilk değen yağmuruna beste yaparmış. Yanındayım hadi omzuma dayan. Dayan! Az sonra martı sesleri kısılacak. Sukutun perdelerini iğneleyecek gece toplayıp tüm çaresizliğimizi. Uyu/ma! Geliyorum rüyana…
“Ölümlerden ölüm beğen benim için,
sana en fiyakalı yenilgimi sakladım”
Gözlerimi alıyor kız kulesinin işvesi yanağının kenarından. Evet, evet şu karşıda süzülen karabatak! Etrafta herkes çok, kimse yokken, öptürme yüreğinden. Ah bu deli ıslık, armağan olsun mu Salacağa bizden? Sahi, son kuruşunu aşka vermişken sen, iskeleye tünemiş bir martı olsaydı cesedim, hani öylesi belil, hani baran yemiş az biraz önce, hani a’bad, üstüme hulleti örter miydin? Vasf-ı halim ayan, zulalim. Şifa olsam da havz-ı kevseri bekler miydin?
“Abdest alıyorum deniz suyundan…
Üç kere ağza ,
üç kere burna
ve kalbe binlerce kez…”
İki sücut daha gerekti gözlerin için, ömrüm, az bekler misin? Yirmi yedi yıl çehrene nazar eyleyen efsunu gözünün beyazına iliştir. Eksik öpücük izlerini düşür çocukluğundan. Gamzelerindeki ten perdesini sıyır! Gök mü ağladı saçlarının kucağına, alnımın narına değdir. Tevafuk, ayrı kentlerin dolunayıydı işte, aynı yüreğin ortasına vehleten çömelen. Sen bana ‘mor menevşem’ de, ben tüm kır çiçeklerini geçireyim aklımdan. Hadi beni öl biraz, yaşam adına! Aklım yok ki benim, bak, niçin özlediğimi unuttum. Ah, yoksa sen mi şikâyet ettin gurbeti ay ışığına kanı deli çocuk? Bundan mıdır nicedir şu’le gök/yüzünün yanağı?
Musa gibi Nil’e mi bıraktılar seni eyy?
“Kıyındayım al yürüt.
Kıyımdayım al büyüt…
Al!
Sen et beni!”
Kadife gül katresi…
Benekli yeşil…
Taş fırın kokulu peksimet…
Bir düş asıldı sağ bileğimden yukarı, iki ben arana. Afedersiniz, burası cennetin şubesi mi Kirâmen Kâtibîn? Ayakucuma gölgesi düşen bu eşrefi mahlûkatta kim?
Anımsamak gensemde?
üç, hanginiz unuttunuz bu mahfî huzuru Daha dün öldüm melek, şimdi soluğumun terkini bir şükür öteye ekler misin? Yani diyorum ki, bir eshar-ı bahar hani, az ötemde bekler misin?
''Burası son durak,
çift bilet bas kabristana!''
Sen yolunu şaşırdın çocuk. Oysa ben kaç kervansaray bekledim gözüm yaslı. Az kaldım, ferim iki fütun çekmiş elalığımın mal-i hülyasına. Eyvah eyvah bir deli güzare mi koydu ismini ‘elfirak’!
Öyleyse gelme ölesim var!
Öyleyse bittim ben, canımdan başla silmeye.
"Gel sür perçemini alnıma, baktığım her yerde bir sen varsın.
Çok şükür imtihan üstü imtihansın."